Etiketler

24 Eylül 2014 Çarşamba

Hunter x Hunter (2011): Son Değil, Yeni Bir Başlangıç

Hikaye & Çizimler: Togashi Yoshihiro
Yönetmen: Koujina Hiroshi
Tür: Aksiyon, Macera
Yapımcı Şirket: Madhouse, VAP
Açılış Şarkısı: Ono Masatoshi - departure!
Kapanış Şarkıları:
-Fear and Loathing in Las Vegas - Just Awake
-Galneryus - HUNTING FOR YOUR DREAM
-Yoshihisa Hirano - Riot
-YUZU - Reason
-YUZU - Nagareboshi Kirari
-YUZU - Hyouriittai
-Yoshihisa Hirano - Understanding
Bölüm Sayısı: 148
Kişisel Puanım: 8.5

2011 yılından beri yayınlanan 148 bölümün ardından Hunter x Hunter da dün yayınlanan son bölümüyle izleyecilere veda etti. Önceki Hunter x Hunter 1999-2001 yılları arasında yayınlanmış ve sadece 62 bölümden sonra sonlanarak fanlarını üzmüştü. 1999'daki serinin yeniden yapımı olan yeni Hunter x Hunter da öncülüyle aynı kaderi paylaşarak sona ererken arkasında seriye gönül vermiş birçok insan bıraktı. Gon'u seslendiren Han Megumi'nin yaptığı açıklamaya göre yayınlanan son bölüm Hunter x Hunter için bir son değil, tam tersine yeni bir başlangıç. Animenin kaldığı yerden mangaya devam edenler gerçekten de animenin bittiği bölümden itibaren bilinmeyen yeni bir dünyanın kapılarının aralandığını ve Dark Continent (Kara Kıta) isimli yeni bir hikayenin başladığını fark edeceklerdir. Özellikle manganın hala yayınlanmaya devam etmesi belki bir süre sonra animeye de devam edilebilir şeklinde düşünmemize ve umutlanmamıza neden oluyor. Togashi-san yavaş çizmesi ve uzun aralar vermesiyle bilinmesine rağmen umarız yakın zamanda animeye yetecek kadar bölüm yayınlamayı başarır ve yapımcı şirketler de ikinci sezonun yayınlanacağı müjdesini verirler.

Henüz izlemeyenler için kısa bir özet geçecek olursak Hunter x Hunter, 12 yaşındaki Gon Freecss'in babası gibi Hunter (Avcı) olmak isteyip avcılık sınavına girmek üzere yaşadığı adayı terk etmesiyle başlıyor. Çok çeşitli ve geniş bir alanda görev yapan avcılar, yeni yiyecekler keşfetmekten tutun da, bilinmeyen hayvan türlerinin yerini saptamak, keşfedilmemiş toprakları araştırmak, koruma olarak görev almak, ödül ve hazine avcılığı yapmak, tarihi eserleri bulmak ve yenilemek gibi farklı alanlara varana kadar çalışıp uzmanlaşabiliyorlar. Gon sınav sırasında tanıştığı Killua, Leorio ve Kurapika isimli karakterle dost olup babasını aramaya başlıyor. Her karakterin avcı olmak için farklı bir nedeni var ve serideki her arcta farklı karakterlere odaklanılarak onların hikayelerini daha derinlemesine öğreniyoruz. Serinin posterini ve konuyu görüp Hunter x Hunter'ın çocuksu bir anime olduğunu düşünüyorsanız kesinlikle yanılıyorsunuz onu en baştan söyleyeyim. Ben de aynı şekilde büyük bir önyargıyla başladım bu seriye, fakat kısa süre sonra bu animenin hiç de düşündüğüm gibi olmadığını fark ettim. İşte Hunter x Hunter'ı türdaşları One Piece, Naruto ve Bleach gibi üç büyüklerden ayıran ve izlemenizi teşvik edecek önemli noktalar:

1. Shounen Gibi Değil: Öncelikle bu anime/manga tür olarak shounen diye adlandırılsa da, Hunter x Hunter'ın alışık olduğumuz shounen manga ve animelere hiç benzemediğini belirtmek isterim. İçerdiği kanlı, vahşi ve karanlık sahneler nedeniyle bir çocuğun izlemesine uygun olmayan, kesinlikle +18 yetişkin kesime hitap eden bir anime. Animedeki bazı sahnelerin sansüre maruz kaldığı ve mangaya göre daha az kan içerdiği düşünülürse dediğimi daha iyi anlayacaksınız. Özellikle Chimera Ant hikayesinde kanibalizme varan vahşet sahnelerine sıkça tanık olduk. Bu sebeple diyebiliriz ki Hunter x Hunter shounen olarak etiketlense de, seinen'e daha yakın ciddi bir anime.

2. Ana Karakterler Birbirinden Bağımsız: Seride Gon, Kurapika, Leorio ve Killua isimli dört ana karakterimiz olmasına rağmen, diğer shounen mangalardan farklı olarak bu dört ana karakter birlikte çok az görülebiliyor. One Piece ya da Bleach'e baktığımızda ana karakterlerden zaman zaman uzaklaşılsa da 2-3 bölüm sonunda bu karakterleri tekrar görme şansımız oluyor. Hunter x Hunter'da ise tam tersi ana karakterleri uzun bir müddet hiç göremediğimiz oluyor. Örneğin Kurapika ve Leorio'nun Greed Island ve özellikle Chimera Ants hikayelerinde hiç olmamaları ya da uzaktan uzağa bir sahnede gösterilmeleri bunun belki de en iyi örneği. Parça hikayeler içinde ya yalnızca Gon ve Killua ya da sadece Kurapika'ya odaklanmış bölümlerin olması Hunter x Hunter'ı diğer animelerden ayırmakta.

3. Başroller Eşit Dağıtılmamış: Shounen animeler karakter gelişimleriyle ünlüdür, fakat Hunter x Hunter'daki her ana karakter için bu durum söz konusu değil. Diğer üç ana karaktere oranla Leorio, Hunter x Hunter'da tasarlanmış en zayıf karakter belki de. Hem hikayeye çok az dahil olan hem de neredeyse sıfır karakter gelişimi gösteren Leorio'nun diğer karakterlerden farklı olarak doktor olmak istemesi dışında bir amacı yok, ilginç bir hikayesi de yok. Aptalca sinirlenmesi, güvenilir ve iyi bir dost olması dışında seriye bir katkısını göremedim. Fanları kızacak belki ama bana göre Naruto'daki Sakura gibi gereksiz bir karakter Leorio da. Belki de Togashi-san bu karakteri bilerek bu şekilde tasarladı bilemiyorum, karakter gelişimini göstermek için her serinin en başlarda böyle zayıf bir karaktere ihtiyacı vardır belki de. Bir de neden sürekli güçlü karakter görmek istiyoruz bu da ayrı bir tartışma konusu tabii:)

4. Sert Çocuklar Çok Başarılı: Hunter x Hunter'ın en büyük artısı kötü karakterlerin gerçekten çok başarılı yapılmış olması. Bu seriyi izlememdeki en önemli nedenlerden biri Hisoka, Illumi, Chrollo, Neferpitou gibi karizmatik, ilginç ve gerçekten içlerinden kötülük fışkıran karakterler. Bu karakterler hiç acımadan insanları öldürebiliyor ve hiçbir animeden alışık olmadığımız garip davranışlar sergileyebiliyorlar. Ama tüm bunlara rağmen bu karakterler aynı zamanda sevilesi tipler, en azından benim için öyle. Sadece Hisoka'yı izlemeniz bile bu nasıl bir insan, bu nasıl bir anime diye bağırmanıza neden olacaktır. Daha önce hiçbir shounen animede rastlamadığımız pedofili, sadomazoşist ve hastalıklı bir tip olan Hisoka sadece Gon'u görüp düşünerek bile erekte olabiliyor, gerisini siz düşünün artık.

5. Klişelerden Uzak: Özellikle One Piece'de yaşanan karakterlerin çoğunlukla ölmeme durumu Hunter x Hunter da yok. Karakter ölüyorsa gerçekten ölüyor, hem de acımasız bir şekilde öldürülüyor çoğu zaman. Ya da Naruto'da sıkça rastladığımız ana karakterin kaybetmeye yakın hiç bilmediğimiz değişik bir hareketini ya da kombosunu göstermesi gibi bir durum da yok Hunter x Hunter'da. Karakter önceki bölümlerde neye çalıştıysa düşmanla dövüşürken de o gösteriliyor. Karakterin umutsuz bir noktadayken kazanma durumuna geçme ihtimali de yok. Eğer yeteri kadar güçlü değilse, dövüşü kaybediyor, hatta bu süreçte kol bacak, vs. gibi uzuvlarını da yitirebiliyor. Bunun dışında hikayenin işlenişinde de çoğu zaman klişelerden uzak bir hava var, flashbacklere pek rastlanmıyor, doldurma bölümler de aynı şekilde pek yok.

6. İlginç Yan Karakterler: Çoğu kişinin Hunter x Hunter'ı sevmesindeki etken kişi Killua. Benim için de hem kendisi hem de Killua'nın ailesi bu serideki en ilginç karakterler. Ailedeki her tip ayrı ayrı çok iyi düşünülmüş ve tasarlanmış. Kiralık katil olarak görev yapan bir aile animelerde pek rastlanılan bir öğe değil, üstelik seri ilerledikçe bu ailenin çetrefilli ilişkilerine ve bir o kadar da sürprizlerle dolu özelliklerine tanıklık ediyoruz. Öğrendik artık her şeyi dediğimiz bir anda bile, Zoldyck ailesinin hiç bilmediğimiz bir ferdi çıkıveriyor bir yerlerden ve bu kişinin kız mı erkek mi olduğu bile anlaşılamıyor. Zoldyck ailesine ek olarak, Phantom Rogue'un üyesi olan her karakter de aynı şekilde ayrı ayrı ilginç tipler.

Tüm bu güzel özelliklerinin dışında Hunter x Hunter'da sevmediğim birkaç özellik de mevcut. Chimera Ants hikayesine kadar süper bir animeymiş bu diyerek yerlere göklere sığdıramadığım Hunter x Hunter, bu hikayeyle birlikte bana göre düşüşe geçti. Chimera Ants hikayesinin seriye pek uymaması ya da benim alışamamış olmam ve bu hikayedeki bölüm sayısının gereğinden fazla olması pek hoşuma gitmedi, sadece son bölümleri severek izledim. Bir de daha önce de belirttiğim gibi ana karakterlerin her zaman birlikte olmayışı, Leorio'yu sevmeyişim, Gon ve Ging arasındaki baba oğul ilişkisinin yeteri kadar iyi yansıtılmamış olması ve Gon'un teyzesi tarafından babasız büyütülmüş olmasına rağmen babasını umutla araması gibi anlam veremediğim bazı olaylar seride beğenmediğim noktalar.

Müziklerine değinecek olursak açılış şarkısı hiç değişmeden aynı kalırken, kapanış şarkılarını seri boyunca değişik isimler seslendirdi. Bunların içinde Death Note'un müziklerini de yapmış olan Yoshihisa Hirano ismi çok tanıdık. Benim kişisel favorim Fear, and Loathing in Las Vegas'ın Just Awake şarkısı oldu. Açılış ve kapanış şarkılarının dışında her arc için özel olarak yapılmış Greed Island, Phantom Rogue gibi o bölüme özgü Soundtrackler de ayrıca mevcut.

Peki manganın devamında bizi neler beklemekte acaba? (Sürpriz bozan içerebilir, animeyi/mangayı izlemeyenlerin ya da okumayanların bu kısmı okumamasını öneririm) Son bölümden zaten işaretleri çoktan verildi ama yaşadıkları dünyanın dışında da farklı dünyaların olduğunu ve Ging'in buraları keşfetmeye çıkacağını öğrendik. İlerleyen bölümlerde seride pek bahsi geçmemesine rağmen Gon'un annesiyle de karşılaşacağımızı düşünüyorum. Phantom Rouge'un lideri Chrollo, Kurapika'nın kalbine koymuş olduğu zincirden büyük ihtimalle kurtulacak, Kurapika'nın peşine düşecek. Kesinlikle Gon-Hisoka arasında yaşanan bir dövüş göreceğiz. Killua ve Gon'u son bölümde birbirlerinden ayrılırken gördük, güçlenmiş ve büyümüş olarak tekrar biraraya gelecekler. Killua kardeşi Alluka'yı korumaya çalışacak ve bu süreçte Phantom Rogue'dan çeşitli elemanlarla karşılaşacak, hatta Chrollo'nun Alluka'nın yeteneğinin peşine düşmesi bile çok olası. Gon artık babasını bulduğuna göre Chimera Ants Kite ve ekibiyle yeni bir yolculuğa çıkabilir ya da dostları Leorio ve Kurapika'nın yanına gidebilir. Seri daha da uzarsa çok ileriki bölümlerde Killua'nın Gon'un düşmanı olarak karşımıza çıkabileceğini bile düşünüyorum :)

Hazır tüm bölümler tamamlanmışken, seriyi hiç izlememiş olanlar en baştan başlayarak  bu animenin keyfini çıkarabilir, kaldıkları yerden de mangaya devam edebilirler. Eğer Naruto, Bleach, Fairy Tail tarzında laylaylom bir hikaye bekliyorsanız hazırlıklı olun karşınızda daha ciddi bir anime var ama ciddi derken de yanlış anlaşılmasın komik unsurlar da mevcut içinde. Sıkılmadan, zevkle izleyebilirsiniz.

Büyük ihtimalle bir fan tarafından çizilmiş bu resme bayıldım:)

22 Eylül 2014 Pazartesi

Barakamon: 2014 Yazının Saklı Cevheri

Hikaye & Çizimler: Yoshino Satsuki
Yönetmen: Tachibana Masaki
Tür: Komedi, Günlük Hayat
Yapımcı Şirket: VAP, FUNimation
Açılış Şarkısı: SUPER BEAVER - Rashisa
Kapanış Şarkısı: NoisyCell - Innocence
Bölüm Sayısı: 12
Kişisel Puanım: 10

Yaz animeleri birer birer sona ererken ve sonbahar animeleri merakla beklenirken, can sıkıntısıyla birçok kişinin izleme listesinde gördüğüm ancak hakkında hiçbir şey bilmediğim Barakamon adlı animeye başlama kararı aldım. Ben başladığım sırada animenin on bir bölümü çoktan yayınlanmış, bitmesine sadece bir bölüm kalmıştı. Sıfır beklenti ve "kötüyse yarım bırakırım "şeklindeki modumdan daha ilk bölümde kurtulduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta öyle ki Barakamon 2014 yazında izlediğim en iyi anime haline geldi. On bir bölümün tamamını bir günde, hiç sıkılmadan bitirdim. Son zamanlarda hiçbir animeyi böyle büyük bir heves ve iştahla izlediğimi hatırlamıyorum. 

Peki nesi bu kadar güzel Barakamon'un? Genel olarak bakıldığında hikaye, kaligrafi sanatını ele alması dışında çok sıradan, karakterler de keza her animede karşımıza çıkabilecek sıradan tipler, ama yine de güzel kurgu, canlı renkler ve çizimler, komik olaylar, karakterlerin uyumu, seslendirilişi ve hikaye bunların hepsi biraraya gelince ortaya inanılmaz bir anime çıkmış. Beklentilerimi fersah fersah aşan Barakamon için her şeyiyle türünün en iyi örneklerinden diyebilirim.

Konusuna gelecek olursak, 23 yaşındaki Handa Seishuu babasından miras aldığı kaligrafi mesleğini devam ettiren bir kaligraf. Katıldığı bir yarışma sonrasında hazırladığı kaligrafinin ünlü bir kaligrafi ustası tarafından beğenilmemesi üzerine çıldırarak ustayı yumrukluyor ve bu olay sonucunda da babası tarafından kendine gelmesi için Gotoo adındaki adaya gönderiliyor. Adaya inişinden itibaren kasaba halkının garip davranışları (aslında kendisi mi yoksa adadakiler mi garip o da ayrı bir tartışma konusu) ile karşılaşan kahramanımızın bir anlamda kendini arayışının öyküsü diyebiliriz Barakamon için. İnsan ilişkileri pek de iyi olmayan Seishuu, adadaki yaşamına alışmaya çalışıp, yalnız kalarak kaligrafiye odaklanmaya çalıştıkça, ada halkı tarafından resmen sıkıştırılıyor. Çok kısa sürede adanın Sensei'i haline gelen Seishuu'nun ve adadaki diğer insanların günlük hayatından bir kesit izliyoruz Barakamon'da.

Serideki en tatlı karakterlerden biri olan Naru, Sensei'in belalısı bir anlamda. Onu bir an olsun yalnız bırakmayan Naru büyük babasıyla birlikte yaşıyor. Sürekli gülen, binbir türlü yaramazlık peşinde koşan bu şirin kız Seishuu'yu en başlarda çoğu zaman kızdırsa da sonradan gününü aydınlatan biri haline geliyor. Arkadaşı Hina ile birlikte çoğu zaman Seishuu'nun evinde takılıyorlar. Naru'yu seslendiren küçük kız çok iyi bir iş çıkarmış, bunu da eklemeden edemeyeceğim. En başta ses tonu bir garip gelse de, daha sonra bu karaktere ne kadar da çok yakıştığını fark ediyorsunuz.



Tamako ve Miwa çok iyi iki arkadaş. Yapışık ikiz gibi sürekli birlikte gezmekteler. Sensei taşınmadan önce evini üs olarak kullanmaktaymışlar, fakat Sensei'in taşınmasının ardından da bu huylarından vazgeçmeyip sürekli yanına uğramaya devam ediyorlar. Miwa tomboy görünümlü ve kafasındakini rahatça dile getiren bir kız. Sensei ile sürekli dalga geçen bir yapısı var. Tamako ise mangaka olmak istemekte ve bu nedenle Sensei'in görüşlerini oldukça önemsiyor.


Hiroshi kasaba muhtarının oğlu ve lise son sınıfta okuyor. Derslerinde sürekli olarak üç almasıyla ve her şeyi orta düzeyde yapmasıyla ünlü, fakat Sensei ile tanıştıktan sonra kendisini değiştirmeye ve daha çok çalışmaya karar veriyor. Handa'ya her gün annesi tarafından hazırlanmış yemekleri götürüyor, annesi yemek yapamamışsa kendisi hazırlıyor.

Barakamon'da pek çok komik an ve olay mevcut. Özellikle kasabada kullanılan şive, karakterlerin surat ifadeleri ve mimikleri, yanlış anlamalar, BL'e yapılan göndermeler, kasabanın yaşlıları, Handa ve Naru arasında yaşanan olaylar insanı sürekli gülümsetmekte yer yer de kahkahalarla gülmemize neden olmakta.

Dediğim gibi hikaye ve karakterler oldukça sıradan, ama Barakamon'u bu derece güzel yapan belki de bu sıradanlıktır. Slice of Life türündeki animelere aşina olanlar bilir bu anime türü sıradan insanların hergünkü yaşamlarından bir kesit sunar izleyiciye. Shounen animelerden alışkın olduğumuz patlamalı, bol dövüşlü macera ve aksiyon sahnelerine rastlayamayız. Aynı şekilde shoujo animelerdeki romantik ilişkiler çoğu zaman yoktur, olsa da esas konu bu değildir. Karakterin hayatına ve kişisel gelişimine odaklanan bu tür, gerçekçi yapısıyla diğer anime türlerinden ayrılmaktadır. Barakamon bu türe fazlasıyla bağlı bir anime, neden bilmem ama zaman zaman Hanasaku Iroha'yı hatırlattı bana. Açılış şarkısı Super Beaver tarafından seslendirilmiş, kendilerini Naruto Shippuuden için yapmış oldukları kapanış şarkısından hatırlıyoruz zaten. Kapanış şarkısı ise NoisyCell tarafından yapılmış fena olmayan bir şarkı. 

Sonuç kısmına gelecek olursak, yazın son izleri sona ermeden bu animeyi izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Emin olun kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz sizi rahatlatan, gülümseten ve içinizi ısıtan bir anime olacak.



Doctor Who: Giden Doktorun Ardından...

Doctor Who sekizinci sezonuna yeni bir doktorla başlamışken, ben eski doktoru hala unutamamanın vermiş olduğu bir hüzün içerisindeyim. Bildiğiniz üzere dizinin formatı sürekli bir değişimi öngörmekte, doktorlar kritik olarak yaralandıklarında ya da ölümle burun buruna geldiklerinde kendilerini yeni bir beden içinde yenileyip bir anlamda tekrar doğuyorlar, fakat aynı zamanda eski doktordan tamamen farklı bir karaktere bürünüyorlar. 

Yeni doktor Peter Capaldi, eski sezondaki Jenna Coleman nam-ı diğer Clara Oswald ile seriye devam ediyor. Peter Capaldi'nin oyunculuğunun pek çok Doctor Who hayranı tarafından başarılı bulunması ve sevilmesi, yeni doktora alışamayan bir tek ben mi varım diye sorgulamama neden oldu. Evet yeni sezondan üç bölüm izlemiş olmama rağmen hala yeni doktora alışamadım, sevemedim ve Matt Smith'in canlandırdığı on birinci doktoru unutamıyorum nedense. O yüzden bu yazıyı ele aldım, bir çeşit eski doktoru uğurlama yazısı oldu. Onu sevmeme neden olan özelliklerini tek tek sıraladım.  Bu listeyle eski doktora kendi çapımda elveda diyorum. Güle güle Matt Smith, elveda 11. Doktor!!

İşte On Birinci Doktorun Sevdiğim Özellikleri:

1.Meraklı: Evet neredeyse her şeyi çocuksu bir merakla incelemesi ve bunlara değişik tepkiler vermesi belki de en sevdiğim özelliğiydi.

2.Enerjik: Hiperaktive seviyesinde bir enerjiye sahip ve yerinde duramıyor. Üç sezon boyunca onu her bölüm bir yerden başka bir yere hoplayıp zıplarken ya da koşarken gördük. Enerjisi yürüyüşüne bile yansımış vaziyette.

3.Garip, Alışılmadık & Tahmin Edilemez: Gerçekten de hem suratının vermiş olduğu grotesk hava, hem de tepkileri onu ilginç ve tahmin edilemez yapıyor. Kendi kendini tokatlaması, ya da kendini başkalarına tokatlatması bunun en iyi örneklerinden.

4.Genç & Çocuksu: Görünüş itibariyle diğer tüm doktorlar içinde en genci. Yüzyıllar boyunca yaşamış birisi için oldukça çocuksu tepkilere sahip ve bu çocuksu karakterini belki de en iyi bir renk cümbüşü ve oyun alanını andıran Tardis'in içi yansıtmakta. 

5.Esprili & Komik: On birinci doktorla ilgili sanırım en çok esprilerini ve mimiklerini özleyeceğim. Şimdiye kadarki doktorlar içinde belki de en komik olan (aptal derecesinde komik diyebiliriz) doktor kesinlikle Matt Smith'in canlandırdığıydı.

6.Aptal & Zeki Yanları: Bazı bölümlerde aptalca konuşup davranabilmesi ama bölüm sonunda yaptığı zekice bir planla bunu kapatabilmesi kendisini hem aptal hem de zeki kategorisine sokuyor. 

7.Giysileri: Sürekli taktığı papyonu ile fenomen haline gelen on birinci doktor, bunun yanı sıra çeşitli bölümlerde fes ve kovboy şapkası gibi değişik aksesuarlar da kullandı. 

8.Sözleri: Özellikle her söylediğinin arkasına "cool" sözcüğünü eklemesiyle ve Geronimo!, Hello Sweetie, It's a fezz, Come along, Pond, Run, Bowties are cool, Yowzah! gibi garip ama kafalarda yer etmiş sözleriyle hatırlanacak.


9.Yoldaşları & Aşkı: Pek tabii ki doktorun yoldaşlarını da unutmamak gerek. Amy Pond, Rory ve doktor arasındaki kimya seriye hareketlilik kattı, doktorun River Song ile olan aşkı ise kendisini diğer doktorlardan farklı bir yere koydu, zira önceki doktorlar genel olarak aşk meşk olaylarına pek girmemişti. Yedinci sezonun son birkaç bölümünde diziye dahil olan Clara Oswald da doktorun yeni yol arkadaşı olarak iyi bir iş çıkarmasına rağmen, Amy & Rory'nin yerini pek tutamadığını düşünüyorum.

21 Eylül 2014 Pazar

Tokyo Ghoul: Kan ve İşkenceye Hazır Olun


Hikaye & Çizimler: Ishida Sui
Yönetmen: Morita Shuhei
Tür: Aksiyon, Dram, Gizem, Korku, Doğaüstü, Psikolojik
Yapımcı Şirket: Studio Pierrot, FUNimation Entertainment, Marvelous AQL
Açılış Şarkısı: TK from Ling Tosite Sigure - unravel
Kapanış Şarkısı: People In The Box - Seijatachi
Bölüm Sayısı: 12
Kişisel Puanım: 6.5

Tokyo Ghoul, baş kahramanımız Kaneki Ken'in etrafında dönen korku, dram, kara fantezi, doğaüstü ve psikolojik ögelere odaklanan 12 bölümlük bir anime. Anime, insanların ve insan yiyerek hayatta kalan "ghoul"ların yaşamakta olduğu alternatif bir dünyada geçiyor. Son zamanlarda sayısı giderek artan cinayetler nedeniyle ghoullar şüpheli olarak görülmekteler fakat insan gibi göründükleri için bu gizemli varlıklara ulaşmak ya da izlerini takip etmek oldukça zor. Kahramanımız Kaneki tek başına yaşamakta olan, annesini ve babasını kaybetmiş bir üniversite öğrencisi, okumayı ve kitaplar hakkında tartışmayı çok seviyor. En yakın çocukluk arkadaşı Hide ile birlikte sürekli gittiği kafede kendisi gibi okumayı çok seven Rize isimli bir kızdan uzaktan uzağa hoşlanmaya başlıyor. Kendisiyle konuştukça ortak zevklerinin daha çok olduğunu fark ediyorlar ve buluşma kararı alıyorlar. Bu buluşmanın ve Rize hakkında hiçbir şey bilmeyişinin kendisini nerelere sürükleyeceğini bilmeyen saf çocuk Kaneki kendini yarı insan yarı ghoul olarak bir anda hiç bilmediği gizemli ve korkutucu ghoul dünyasında buluveriyor ve pek tabii başına binbir çeşit olaylar silsilesi geliyor. 

Tokyo Ghoul aynı isimli mangadan uyarlanmış fakat anime ve mangadaki olayların sıralaması çoğu zaman birbirine paralel gitmemekte. Anime mangaya göre daha hızlandırılmış, belki de az sayıda bölüm içermesinin verdiği dezavantaj nedeniyle her şeyi sığdırmaya çalışmışlar. Henüz yeni biten anime ikinci sezonun da olacağı izlenimini veriyor, zira Rize'nin geçmişinin ardındaki gizem ve Kaneki'ye ne olacağı henüz çözülebilmiş değil. Ayrıca, hala cevaplanmamış milyon tane soru var. Seinen denilen ve yaş itibariyle 18+ büyüklere hitap eden anime bolca kan ve işkence sahnelerine sahip, bu yüzden içiniz elvermiyorsa aman izlemeyin. Özellikle son üç bölüm Testere ve Hostel filmlerini aratmamakta. 

Animede en sevdiğim karakter, yan karakterlerden biri olan ve sadece bir iki kez gösterilen Uta isimli dövmeci ghoul. Bana kalırsa kendisi piercingleri, dövmeleri, ilginç saç kesimi ve cool sesiyle, bu animenin en karizmatik karakteri. Sakurai Takahiro gibi aşık olduğum bir seiyuu'nun sesiyle ona hayat vermesi sanırım onu sevmemdeki en büyük etken.

Açılış ve kapanış şarkılarını TK from Ling Tosite Sigure ve People In The Box isimli daha önce duymadığım iki grup seslendiriyor. Şarkıları çok beğenmemekle birlikte müziklerin animenin tarzına ve ruhuna uygun olduğunu düşünüyorum.